Seyyid Abdülkadir Geylani, genç yaşta tarlayı sürmek için gittiği bir arefe gününde, bir öküzün kuyruğuna tutunarak oyun oynuyordu. Ancak bu sıradışı anın içinde, bilinmeyen bir ses işitti: “Ey Abdülkadir! Sen böyle şeyler için yaratılmadın ve böyle şeylere emredilmedin!”
Bu gizemli ses Seyyid Abdülkadir Geylani’yi derinden etkiledi ve korkuttu. Eve döndüğünde, annesi ve ailesiyle karşılaştı. O an içinde bulunduğu durumu anlatarak, Bağdat’a gitmek ve ilim öğrenmek istediğini söyledi.
Annesi bu fikre karşı çıktı, çünkü oğlunun ayrılığına dayanamayacağını düşünüyordu. Ancak Abdülkadir, yaşadığı olağanüstü deneyimi anlattı. Annesi duygusal bir an yaşayarak babasından miras kalan 80 altını alıp, kırkını kardeşine ayırdı ve geri kalan 40 altını oğluna verdi. Bu parayı keseye koyup giysisinin içine dikti.
Annesi, oğluna son nasihatlerini verdi ve “Eğer beni mutlu etmek istiyorsan, asla yalan söyleme, doğruluktan ayrılma. Allah her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir” dedi.
Abdülkadir Geylani, annesine söz vererek ağlayarak elini öptü ve Bağdat’a gitmek üzere bir kervana katıldı. Ancak yolda, eşkıyalar tarafından saldırıya uğradılar. Eşkıyalar, herkesin üzerini ararken Abdülkadir’in 40 altınını buldu. Ancak Abdülkadir, yalan söylemeden doğruyu söyledi ve 40 altını olduğunu açıkladı.
Bu dürüstlük, eşkıyaların dikkatini çekti ve sonunda tövbe ettiler. Abdülkadir Geylani’nin dürüstlüğü ve annesine olan bağlılığı onları etkiledi. Seyyid Abdülkadir Geylani, tövbeye yönlendirdiği eşkıyaların etkisi altında Bağdat’a ulaştı ve ilim öğrenmeye başladı.
Bu hikaye, dürüstlük, tövbe ve annenin öğütlerinin değerini vurgularken, Seyyid Abdülkadir Geylani’nin yaşam öyküsünden önemli bir anıyı anlatıyor.