Bu ikilem maalesef bizim jenerasyonumuzun maruz kaldığı bir karışıklık. O kadar hızlı bir dönüşümün ortasında kaldık ki, kimse ne yapacağını bilemez halde. Nedeni çok basit. Anlaşılır bir şekilde anlatmaya çalışayım. Yüz yıldır teknoloji belli bir hızda ilerliyordu. Gözünüzde daha rahat canlandırmanız için atmasyon rakamlarla izah etmeye çalışacağım. Diyelim ki 1900 ile 1950 arasında teknoloji 30 km hızla gelişiyordu. Bu gelişmeleri bünyemiz, aklımız kaldırabiliyordu. 1950 ile 2000 arasında bu hız 60 km oldu. Bu kısımda da çok sorun yaşamadık. Hatta bu dönem olan gelişmelerden çok keyif aldık. Sindirebileceğimiz bir hızdı çünkü bu. Siyah beyazdan renkli televizyona geçiş bizim için olaydı. Ne olduğuysa 2000 ile 2017 arasında oldu. Bir anda bu hız 170 km oldu. Tüm bu süreçler yaşanırken bir taraftan da üremeye devam ettik. Biz neler olduğunu anlamaya çalışıp, adapte olmak isterken bu hızla dönen bir dünyanın tam ortasına çocuklarımız geldi. Daha biz neyi nasıl yapacağımızı anlamak isterken bir de onları bu hayatın içine sokmaya uğraştık. En büyük kırılma noktası burada oldu. Renkli TV’nin ne kadar güzel bir şey olduğunu eskiden siyah beyaz TV’ler olduğunu anlatmak isterken onlar bunu anlayamadı. Bize anlatılan hikâye, “eskiden radyo dinlerdik şimdi TV izliyoruz” olduğunda biz bu olayın dev çapını algılayabilmiştik. Şimdi HD kalite 4K oldu, 8K oldu desek bu büyük bir olay olmuyor çünkü süreç aşırı hızlandı. Tam bu sırada çocuklarımız büyürken büyük bir tembelliği keşfetmez miyiz! Tablet. Çocuğun önüne koyduğun anda paralize oluyor. Ne ağlıyor ne sızlanıyor ne de senden bir şey istiyor.
Muazzam teknoloji!
Durum hiç öyle değildi aslında. Çocuklarımızı büyük bir yalnızlığa, sanal bir dünyanın ortasına ellerimizle itmiştik. 2000-2010 arasında doğan çocukların durumu gerçekten hiç iyi değil. Zorla itildikleri yüksek teknolojili sanal dünya onların her şeyi yanlış anlamalarına neden oldu. Tüm gelişimlerini bu arada geçirdiler. Biz de çok suçlu değildik aslında. Bilmediğimiz o kadar renkli ve hareketli bir dünyaydı ki bu, herkes büyülenmiş gibi kendini kaptırdı. Sadece çocuklar olsa… Yetişkinlerin de bazıları bu büyülü dünya içinde kayboldular. Dönüp baktığımızda teknolojinin esiri olmuş durumdayız. Misyonu hayatı kolaylaştırmak, bize daha rahat ve konforlu bir gelecek sunmak olan teknoloji kontrolsüzce evimize, içimize yerleşti. Kahkaha ile yemek yenen ailecek sohbet edilen evlerin sesleri gittikçe azaldı. Herkes kendi 01010101’leri arasında kendince mutlu mesut yaşamaya başladı. Bu doğru bir yol değil diye düşünüyorum. İnsanlığımızın en güzel özelliği iletişim kurmak, duygu alışverişi ile iyiyi kötüyü paylaşmak. Şimdi iki emoji, bir SMS ile bayram kutluyoruz, baş sağlığı diliyoruz. Yapay zekâ ile güçlendirilmiş bu teknolojiyi gittikçe hayatımızın tam ortasına yerleştiriyoruz. Kim bilir belki öyle olması gerekiyor ama benim içime sinmiyor açıkçası. Eskiyi bilen bizler bunun kıyaslamasını çok iyi yapabiliyoruz. En azından şimdilik. Gittikçe unutulmaya yüz tutmuş bu insansı davranışlar bakalım ne zaman tamamen bitecek.
Bu durumdan dünya üzerinde çok rahatsız olan var ki çok önemli olduğunu düşündüğüm bir konferans ile bugün ve yarın bir araya geliyorlar. Basın bülteni çok geç geldiği için ben başka bir programa katılacağımdan bu konferansa gidemiyorum. Yansımalarını en ince detayına kadar okuyup takip edeceğim.
Yeşilay’ın Türkiye’de düzenlediği bu uluslararası konferans İstanbul WOW Otel’de yapılacak. Kongrede 15 ülkeden teknoloji bağımlılığı alanındaki uzman 35 isim ‘mobil telefon bağımlılığı’, ‘online oyun bağımlılığı’, ‘halk sağlığı ve bağımlılık’, ‘çocuklarda online oyun bağımlılığı’, ‘internet ve sosyal medya bağımlılığı’, ‘siber zorbalık’ konularını masaya yatıracak.
Biliyorsunuz Yeşilay alkol, uyuşturucu, sigara gibi bağımlılıklarla mücadele eden bir kurum. Artık listesine teknolojiyi de almış durumda. Nedeni daha önceki yazılarımda da ara ara bahsettiğim uyuşturucu bağımlılığı ve teknoloji bağımlılığı arasında inanılmaz benzerlikler olması. Maalesef bu konuda onların çabası yeterli değil. Yine daha önce dediğim gibi bu işi toplumsal seferberlik ile çözebiliriz. Bir ev bu bağımlılık ile mücadele ederken yanda başka bir ev umursamazsa çözülemez. Çocuklar haklı olarak ama arkadaşım orada ben niye giremiyorum diyor.
Teknolojiyi elbette sonuna kadar kullanalım. Ben de bir teknoloji severim ama Tekno Safari’nin sloganı “Teknolojinin Esiri Değil Efendisi Olun”dur. Teknolojiyi üretmek için kullanın. Sağlık için, insanlığa fayda için, ülke menfaatleri için, aileniz için… Uzar gider bu liste.
Ben sadece ülkemiz için konuşacağım; Büyük tüketiciyiz. Teknoloji ve onun ekosistemi ile ilgili üretmek yerine sadece tüketmeyi tercih ediyoruz. Birilerini hep zengin edip, onun geliştirdiği bir uygulamanın esiri oluveriyoruz. Eğlenmek güzel, çok doğru ama bir gün kendi ayaklarımız üzerinde durduğumuzda eğelenecek kadar güçlü olacak mıyız? Biri bizi finanse etmeden yine her şeyle dalga geçebilecek miyiz? Biz 70’liler olarak kendi paramızı kazanıyoruz. Hasbelkader teknoloji ile uyumluluğu yakaladık. Ürettiklerimizle bu ekosistemden para kazanabiliyoruz. Benim gördüğüm yeni neslin bu kadar şanslı olmayacağı. Çok dikkatli olmalılar. Aileler olarak sizlerin, onlara sahip çıkması şart. Bizim eğitim sistemimiz, ekonomimiz maalesef Avrupa, Amerika’dan çok ama çok güçsüz. Ayakta kalmak için boş değil ateş gibi nesillere onlardan çok ama çok daha fazla ihtiyacımız var. Burada da en büyük şansımız genç nüfusumuz. Onlara fark atabileceğimiz en büyük alan burada. Onların da başı yaşlı nüfuslarıyla dertte. Çok iyi eğitim alıyorlar, bizim çocuklarımızdan çok daha donanımlı, az da olsa nüfusları var. Biliyorsunuz kuru kalabalığın bir anlamı yok! Nitelikli kalabalığa sahip olmazsak işimiz yeni dünyada çok zor! Kendinize dikkat edin. İşimiz ZOR!